Hz.Mevlana: "Bize doğru yolu gösteren, bizi kötülüklerden alıkoyan namaz, beş vakitte kılınır. Hâlbuki âşıklar, daima namazdadırlar. O gönüllerdeki aşk, o başlardaki İlâhî sevgi, ne beş vakitle yatışır, ne de beş yüz bin vakitle geçer gider.”
***
İşte, hayatı bir kısır döngü olmaktan kurtaran sır, var ve bir olana kul olmaktır. Hem de aşkla bağlı, coşkun bir kul olmak...
***
Biz Aşıklarız, Gel Bize Katıl!
"Gel, gel! Aramıza katıl! Biz, Hakka gönül vermiş, aşk insanlarıyız. Gel, gel! Bize katıl da Allah için sevgi kapısından içeriye gir..."
Hz. Mevlâna, anılacak değil, aranacak, özlenecek, yolu gözlenecek bir insandır. Onun yürek güzelliğine, bugün her zamankinden fazla muhtacız. Bu sebeple, sevgi dolu bir gönül arayan günümüz insanı hep ona yöneliyor.
Maddenin kıskacında ezilmiş olan insanoğlu, ruhuna nefes aldırmak için hep ona başvuruyor. Çünkü maddî havadan çok, manevî hava bozulmuş durumdadır. Manevî havamızı sürekli temizleyen, içimizi her daim aydınlatan güzelleri kim aramaz ki?...
İşte Mevlâna, yedi asır sonra, hâlâ bu fonksiyonunu icra ediyor. "Gönüllerimizin sultanı" olmaya devamdadır.
Yedi asırdır süren bu gönül sultanlığı, nasıl olmaktadır?
İzi, eseri, tesiri bir süre sonra yeryüzünden silinip gidenlere karşılık, Mevlâna'nın kalıcılığını nasıl açıklayacağız?
Bu dünyada, öldükten yedi gün sonra bile unutulan insanlar vardır.
Elbette bu hayret ve hayranlık verici eskimezliğin sırrı, İslâm'dadır.
İslâm'da, yani Allah'a teslim olmakta...
Hz. Mevlana, yoklukta varlığı bulmuştur. "Maddî ve hayvanı tarafınla yok ol ki, maneviyatta ve hakikatte var olasın." buyurmuş, bu gerçeği de ilk önce kendi nefsine duyurmuştur.
Bu sebeple o güzel insanda benlik, enaniyet ve büyüklük iddiası asla yoktur. Çünkü sahip olduğu her şeyi Allah'tan bilmiş, varlığı yoklukta bulmuştur. Yüceler Yücesi Allah, o kadar vardır ki bizim varlığımız, o muhteşem muazzam varlık ve birlik önünde yok gibidir.
"Vücut, güneşin önündeki mum alevi gibidir; bir bakıma yoktur, bir bakıma vardır."
Öyleyse insana düşen en önemli görev, O'na kul olmaktır. Zira O Yüceler Yücesine kulluk, insanı binlercenin kulu kölesi olmaktan kurtarır.
Kulluğu Şeref Bilir
İşte, kulluğu şeref bilen o güzel insanın hayatının özeti:
"Üç sözden fazla değil; Bütün ömrüm, şu üç söz: Hamdım, piştim, yandım."
Mevlâna bu sözüyle, olmanın ve olgunlaşmanın yolu olan mukaddes çileyi gösteriyor. Pişip olgunlaşmak için önce ham olduğunu kabul etmek gerek.
Mevlâna devrin ilimlerinde derinleşmişti, "hocaların hocası" olmuştu. Buna rağmen eksikliğini kabul etti ve kendisini bir gönül yangınına atarak "aşk çağlayanı" oldu.
Mevlâna gerçeğini bir başka güzel adam, şöyle ifade eder:
"Biz bu âleme, bir aşk için ah etmeye geldik!"
Ben Kur’an’ın Kölesiyim
Mevlâna, özünde kuldur ve dolayısıyla Allah'a bütünüyle teslim olmuştur. Yani Müslüman'dır. Bütün gönlüyle Kur'an-ı Kerim'e bağlıdır. Bunun dışındaki herhangi bir tariften de rahatsızlık, duyacağını ve üzüleceğini açıkça ifade etmiştir:
"Canım var oldukça ben, Kur'an'ın kulu (emrinde) kölesiyim. Ben Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ayağının tozu toprağıyım.
"Eğer bir kimse bu sözümden başka bir şey naklederse benden, o kimseden de o sözden de rahatsız olur incinirim!"
Hz. Mevlâna'nın bu şiirini, eski Millî Eğitim bakanlarından Hasan Ali Yücel, aynı vezinde şöyle tercüme etmiş:
Can tende var oldukça, kulum Kur'an'a,
Yol toprağıyım Peygamber-i Zişana
Hakkımda bunun zıddına söz etse biri,
Vay bu söze, vay bu böyle diyen insana!...
Kur'an'a bağlıdır ama Kur'an'ın gösterdiği geniş ufukla da bütün ayrı ve başka dünyaları bilir, gezer, dolaşır. Herkese ve her kesime açıktır:
"Biz, pergel gibiyiz; bir ayağımız sağlamca Kur'an'ın hükümleri üzerinde durur, öteki ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır."
Ancak bu yetmiş iki milleti dolaşmak, onları nurundan yararlandırmak maksadıyladır. Manası, kafa ve kalp birikimini herkese sunmak, bütün gönülleri aydınlatmak ve karanlıkta hiç kimse kalmasın diye çırpınmaktır.
Bu düşünceyle açar sinesini, Allah'ın bütün kullarına. Özellikle de hamları, günahkârları, eksik kalmış olanları arar:
Maksadı ve Gayesi
Gel, gel, gel!... Ne olursan ol, gel..." diye çığlık çığlığadır.
Mevlâna’nın, asıl aradığı, olmaya, imanla dolmaya, olgunlaşmaya muhtaç bulunanlardır. Toplumun olmamışlarıyla uğraşmak zordur. Gönül eğitimciliği, sonsuz bir sabır ve sınırsız bir sevgi ister. Kabaları yontmak, olmamışları oldurmak, solmuşları yeniden ve bir daha asıl renklerine kavuşturmaktır misyonu.
Yani yaratılış çizgisine getirmek... Kulluk bilincine eriştirmek... Hayatın rehberi olan Kur'an'la ve yaşayan en güzel örnek olan Güzeller Güzeliyle (sav) buluşturmak...
Mevlâna'nın hedefi, gayesi, maksadı budur.
Bağlıları Halktandı
Mevlâna'nın en yakın çevresi, halkın fakir ve esnaf kısmından oluşuyordu. İçlerinde işçi, çiftçi, çoban, kasap, derici, dokuyucu, kâtip, hattat, esnaf olan kimseler vardı.
Mevlâna daima bu mütevazi insanlarla bulunur, sohbet ederdi. Mevlâna, kalender ve edepli insan yetiştirmenin ve geliştirmenin aşkıyla yanar yakılırdı.
Yine bir gün bu fakir dostlarıyla samimî bir sohbete dalmışken, onları gören Emîr Kemaleddin, Emîr Pervane'ye dedi ki: "Hz. Pir'in bütün bağlıları halktan insanlar ve esnaf... Nerede bir çulha, bakkal, terzi, kasap varsa onlar geliyorlar."
Tabiî ki bu tespitin altında, o insanları sıradan ve basit görmek fikri vardı. Mevlâna konuşulanı duymadı, ama anladı. Devlet yöneticisi olan o kişilere dönüp şöyle konuştu:
"Bizim Mansur'umuz, hallaç (pamuk atıcı) değil midir? Ebu Bekir nessac (bez dokuyucu) değil midir? Bir azizimiz zeccac (camcı) değil midir? Sanatın, marifet-i İlâhiye (Allah'ı tanımaya) ne zararı vardır?"
Mevlâna, insanın kendi kazandığıyla geçinmesine çok önem verirdi. Zaten peygamberler ve evliya da öyle yapmışlar, kimseye yük olmak istememişlerdir.
Güzeller Güzeli Efendimiz de çok vakit fakir sahabeyle oturur sohbet ederdi. Ashabını da fakirlerle, yetimlerle, güçsüzlerle beraberliğe ve sohbete teşvik ederdi. Üstelik, "Fakirliğimle iftihar ederim!" diyen de o değil midir?
Bazı Allah dostları da mektuplarını, "Hadimü'l-Fukara” (Fakirlerin Hizmetçisi) diye imzalamışlardır.
Peki bütün bu çabaların mükâfatı, ücreti nedir? Sonuçta ne kazanılacaktır? Hz. Mevlâna bunu da çok kısa ve net açıklar:
"Âşıkların hizmetleri de hizmetlerine karşı aldıkları da Hak Tealâ'dır."
Maksatların maksadı, hedeflerin hedefi, gayelerin gayesi, Allah'tır. Yegâne Sevgili de O'dur. Hatırına bütün varlığın sevildiği, Sevgililer Sevgilisi, Yüce Yaratıcıdır.
"Bizim iki cihanda Allah'tan başka sevgilimiz yoktur. O'nun gamından başka hiçbir işimiz de yoktur. Aşk, ruhumun nurudur. Aşk, güzelleri yaratana dalıp, ‘ben' ve 'siz' kavramını idrakler çerçevesinden söküp atmaktır."
"Aşk odur ki âşık gıdasını, tadını, anne baba ve kardeş sevgisini, evlât muhabbetini, şehvet zevkini ve her türlü lezzetini O'ndan alır."
"Ey özden habersiz gafil! Sen hâlâ kabukla övünüyorsun. Dikkat et ki sevgilin, canının içindedir. Bedenin özü duygular, duyguların özü de candır. "Sen eğer tenden, duygudan ve candan geçersen hep O'nu bulursun."
Mevlâna'ya göre O'nu bulmanın ve O'nunla olmanın en mükemmel yolu, namazdır. Namaz, Rabbimizin huzurunda, huzur bulduğumuz muhteşem bir andır. Bu an, hayatımızın bütün anlarını kapsayan bir andır. Dolayısıyla gerçek âşıkların namazı günde beş vakit değildir:
"Bize doğru yolu gösteren, bizi kötülüklerden alıkoyan namaz, beş vakitte kılınır. Hâlbuki âşıklar, daima namazdadırlar. O gönüllerdeki aşk, o başlardaki İlâhî sevgi, ne beş vakitle yatışır, ne de beş yüz bin vakitle geçer gider.”
'"Beni az ziyaret et!' sözü, âşıklara göre değildir. Gerçek âşıkların canları pek susuzdur. 'Beni az ziyaret et!' sözü balıklara uyar mı? Onların canları, deniz olmadıkça yaşayabilir mi? Bu denizin suyu pek korkunçtur, ama balıkların mahmurluğuna göre bir yudumcuktur.”
"Bir an için ayrı düşmek, âşıka bir sene gibi gelir."
Gerçekten âşık bir kul, Yüceler Yücesinden uzaklığa katlanabilir mi?
Cevabını Hz. Mevlâna şöyle veriyor: "Allah'ım, senin ayrılığından daha acı bir şey yoktur. Sana sığınmaktan gayri hareket, boş yere dönüp dolaşmak ve kördüğüm olmaktan başka bir şey değildir."
İşte, hayatı bir kısır döngü olmaktan kurtaran sır, var ve bir olana kul olmaktır. Hem de aşkla bağlı, coşkun bir kul olmak...
Tıpkı Mevlâna gibi kulluğundan duyduğu huzuru, mutluluğu, neşeyi bütün âleme haykırarak ilân etmek...
"Ben kul oldum, kul oldum. Kulluk vazifemi lâyıkıyla eda edemediğim için mahcubiyetimden başımı önüme eğdim.”
Her köle, azat edilince sevinir, mesrur olur.
Ben ise sana köleliğim devam ettikçe sevinir, şad olurum.
Allah Sevgisi
Azat kabul etmez bir kul olmayı istiyor Mevlâna. Çünkü Rabbini çok seviyor. O sevgi öyle güzel, öyle özel, öyle tatlı ki...
"Sevgiden acılar tatlılaşır. Bakırlar altınlaşır sevgiden. Sevgiden tortular saflaşır. Dertler derman olur sevgiden.
Ölü, sevgiden dirilir.
Şah, sevgiden köle edilir.
Allah'a karşı bu sevgi ilimdendir.
Saçma sapan biri, böyle bir tahta nasıl kurulur?
Eksik bir ilim nasıl doğurur bu aşkı?
Eksik ilimden, eksik bir aşk doğar maddeye karşı.
Öyleyse muhabbet ve aşkı sadece Allah'ın vasfı bil.
Ey aziz! Korku, Allah'ın vasfı olamaz.
Havf ve haşyet, kulun vasfı ve en mühim meziyetlerindendir.
Mademki (Kur'an'da) 'yuhibbunehu'yu okuyorsun,
'Yuhibbuhüm' ile de istediğine yaklaşırsın."
Cenab-ı Hak, Maide Suresinde, "Allah onları sever (Yuhibbuhu), onlar da Allah'ı severler (yuhibbuhüm)." buyurur.
Allah sevgisi müthiş bir iksirdir; inkarcıyı bir anda mümin yapar, mümini bir anda arif edip irfan mertebesine çıkarır. Allah sevgisi olan kalpten şek ve şüphe silinir, yerine tam bir iman gelir.
Gönül, sevginin yeridir. Maddî varlığımızda ikilik olabilir ama sevginin makamı olan gönülde iki sevgiye yer yoktur:
"Senin elinin, gözünün, ayağının iki oluşu doğrudur; fakat gönül ve sevgilinin iki olması hatadır. Sevgili bir bahanedir; asıl sevgili Allah'tır."
|
YORUMLAR (0) Onay Bekleyen (1)